Tuesday, December 28, 2004

hattat

. Karlı bir Ankara akşamında sokaklarda amaçsız ve araçsız geziyordu A. Kulaklarında yıllar öncesinin sevdaları, Cebeci' nin her taşına her sokağına kazınmış bir hayatın izlerini arıyordu. Cümle sevdaların cümle kapısından geçip doğduğu, şu kirli dünyaya ilk adım attığı yeri arıyordu. Arkasında sevdayla anılan şehirleri bırakmıs, koca bir cihanı bırakmış, sulara yakamoz bırakan bir dolunay bırakmış, gözleri şiirsiz geçilemeyecek kadar güzel bir sevgili bırakmış, kendi yolculugunun tam ortasındaydı. Bu zamanı tanımıyor, bu zamanda yaşamıyor, içinde bulundugu günleri farkedemiyordu. Nicedir ne takvim ne de saat hayatına uğrar olmustu. Sevdasını kazıdıgı sokaklarda simdi hayatını arıyordu. Kaybetmişti hayatını solgun bir gülün yaprakları arasında, ve simdi onu taş sokaklarda arıyordu. Nice türküler eskitmiş nice sazlar kırmıştı gönlünce. Kırdığı gönüller vuruyordu oysa şimdi kendisini. Kalbinden yaralıydı tüm binalar, sokaklar ağaçlar kendisine kufrediyor gibi geliyordu. Babil kulesinin tepesinde kendi eserini izleyen, insanların bir tekini bile anlamayan hükümdar gibiydi. Ülkesini kaybetmiş bir padişahdı ve sürgün yerini kendisi seçmişti bu kez. Tüm insanların gönüllerinden sürülmüş, taş duvarlı hapishaneleri özler olmuş, gardiyana bile türkü yakabilecek bir gönüle sahip olmayı istemişti. Ölümünden kimsenin sorumlu olmasını istemiyordu, garip ki kendisi de ölümünden sorumlu değildi. Koskoca caddeleri bitiriyordu ancak aklının yolunu bulamıyordu bir türlü. Koca bir girdabın içindeydi. Güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi? Kulagında bir ses; eski aşıkların ahı, Yunus un duası, Mevlana nın seması. Mesnevi mesnevi yazılan bir hayatın yok oluşunu derununda gizliyordu A. Dinlememişti koca koca kitapları, koca koca insanları, padişahını ararken hep cariyelere dusmustu yolu. Gülü kırmızı olana methiyeler yazacakken, gül fidanından sarı lale-i rûmi ler çıkartmayı başarmıstı. Kurtuluş parkının sessiz bir koşesinde şimdi, kaybettiklerine ağlayan bu adam, rüyalarını kaybettiği için uyuyamayan bu adam, hayallerini kaybettigi icin göremeyen bu adam, gözyaşlarını kaybetmedigi için sevincinden ağlıyordu. Bütün parka sanki hüzün cökmüstü, agaçlar bembeyaz karın altında yolunu kaybetmiş bu adam icin yastaydılar. Ah kara gönlüm diye dusundu A. Neden yaptın bunu, neden hep sahtesinin peşinde koştun aslı varken, neden padişahlarını terkedip kölelerle oldun. Gözyaşları karları deliyordu. Karları semadan indiren melekler dokunuyordu omuzlarına, gözyaşlarını havada tutuyordu melekler. İçten bir ah ın ulaşamayacagı yer olmadıgını bilen melekler, bin yıllar once Kabil' in Habil' e ilk hamleyi yaptıgı anda, ölümü dunyaya serpen melekler, şimdi hüznü serpiyordu A. nın üstüne. Demedim mi yolunu vururlar senin, Demedim mi tövbeni bozarlar senin. Yazmalıyım dedi A. Korkusuzca kalktı, gözyaşlarını donduran soğuğa aldırmadan yürümeye başladı. Betonun işgal edemediği küçük parkta eski günlerini hatırladı. Şen kahkahaları, yaşanan ilk aşkı, ilk gözyaşını, ilk hasreti. Yeniden yaşamak için hayatlar feda edebileceği çağları hatırladı. Yazmalıyım dedi tekrar. Yazamassam bu dert beni öldürecek. Kaybettiğim hayatımı bulmam icin yazmam lazım. Ben gibi yazmam lazım. Eski olçüleri, kitapları, hikayeleri, güneşe tül olan kahramanları, aklında ki tüm küfürleri, tüm aşk sozcuklerini unuttu o anda. En saf olanı, kaybolmayanı, kendisi gitse bile ruhuyla yanımda olanı yazmalıyım dedi. Cunkü yazamassam bu dert beni oldürecek. Ölümle alakalı korkularını unuttu sonra. Soğuğu duymaz oldu. Melekler karları ona değdirmeden indiriyorlardı dünyaya. Pencereden kar geliyor aman annem, Gurbet bana zor geliyor, ben öleyim. Sevdiğimi eller almış aman annem, Bu da bana ar geliyor, ben öleyim. Üsküdar da küçük bir deniz feneri ve kücük bir caminin yanında saklanmış kütüphaneyi anlatacaktı, insanların balık tutarken camlarına yaslandığı, ancak içine bir kez bile girmedikleri avlunun icindeki çiçekleri yazacaktı. Küçük bir caminin yansımasının koca saray-ı amireyle nasıl dansettiğini söyleyecekti insanlara. Boğazı boğaz yapanın kız kulesi değilde, güneş ile ayın beraber yakamoz bıraktığı sularda, bir yalının penceresinden geceleri yattığı odaya vuran yansımalar olduğunu söyleyecekti. İçindeki en güzel şeyleri yazmalıydı. Hidiv kasrının yaşlı duvarlarının altındaki boğaza inen koruyu, kulesi yarım kalmıs kasrın duydugu acıları, bogazın gün be gün nasıl öldürüldügüne şahit olan konağın gözyaşlarını yazacaktı. Baharla açan erguvanları, erguvanlarla süslenen boğaziçini. İstanbul'un en cok istanbul olduğu Sultanahmeti, Makbul İbrahim Pasa'nın maktul oluşuna şahit olan sarayı, gladyatörlerin boğazlandıgı alanda yeniçerilerin isyanını, İstanbul'un en çok ölümle dirilen yanlarını yazacaktı. Barbaros'un seferden gelirken attığı selam toplarıyla camları kırılan koşkun icindeki padişahın da ömrünün kırıldıgını dökmeliydi kağıda. Küçük bir çocukken Bursa sehrinin tam ortasındaki bir eski evin bahcesinde oynadıgı oyunları, bir cicege asık olmasını, beyaz cicekli bir agacın dallarından kılıc yapmasını, cicegin belki de silah olmasını kaldıramayan govdesinin bir dahaki sene kurudugunu soyleyecekti. Yesil caminin üst katında ki odalarda kaybolmasını, hünkardan günesin batısını izlemeyi, uludagın eteklerine taslarla yazı yazan cocukları, askeri lisenin butun sehri saran azametini, emir sultanda iftar vakitlerini, mezarlıgın yanındaki evlerini, o evde gordugu dusleri, rüyasında gordugu kızın kendisine kacmasını, sonra A'nın o kızı alıp anasının duslerine kacmasını, annesinin gurbet icin doktugu gozyaslarını, evlatlarından ayrı kalan bir annenin çektiği acıları. Soguk bir evin bodrumunda ki mutfakta hasta olan en kucuk oglunun hayallerini yazacaktı. Ulucaminin yanından inen dar sokakla girilen kapalı carsıları, kapalı carsıdaki acık gönülleri, eski mısıra ozenen mimarların sehrin tam gobegine indirdikleri piramitin arkasına sıkısan yüzyıllık ilkokulu. Bir alısveris merkezi yapılsın diye temelleri sarsılan bir tarihi haykıracaktı insanlara. Eski mısıra özenen mimarların neden yusuf u bilmedigini anlamayan bir cocugun züleyha da buldugu askı, kuyularda kervan kervan azizligi bekleyen yusufu. Yusufun zindanlarının Sinop ilinin karanlık cezaevinde karsılanan ismini, dalgaların sesinin duvarın arkasından geldigi, denize bu kadar yakın ve bu kadar uzak bir yasamı kahreyleyen insanları kendi yalnızlıgıyla carpıp soyleyecekti. Seher yeli nazlı yare bildir beni, bildir beni Düşmüşüm elden ayaktan kaldır beni kaldır beni. Fakültelerin karsısındaki kırtasiyeden koca bir defter aldı, silinmesin diye en tükenmez olanından bir kalem.. yazmak isteyipte yazamadıkları omuzlarına cökmüstü, günlerdir icine gıda namına birsey girmeyen bünyesi zayıf dusmustu, haberi yoktu A. nın. Sırtında tasıdıgı hızarıyla odun keserek gecimini saglayan ve Bursa nın arka mahallerinde ekmek pesinde kosan yaslı amcayı hatırladı, evlerinin kapısının yanında yıgılıvermisti yere adam birgun, dakikalarca kimse farketmemis gibi orda yatmıs, daha sonra hayırsever! bir kac kisi ekmek ve su getirmis, adamın aclıktan bayıldıgı farkedilmisti. Cocukluk haliyle o kadar etkilemistiki bu A. 'yı, günlerce aklından cıkmamıstı adam. O insan o an icin dunyanın butun insanlarından daha güzel gelmisti A'ya. Onun iyi oldugu icin bu duruma dustugunu biliyordu, onun insanlar gibi ihtiras icinde olmadıgını bildigi icin hızarıyla bir hayat kurdugunu biliyordu. Gözleri karardı A'nın. Kendisini yukardan cebeciyi izlerken buldu A. İnsanlar bir yere toplanmıs bagırıp cagırıyorlardı. O dönüp Ankaraya baktı, yıllar ve yıllar once bir ogrenci evinin mutfagından izledigi Ankara ya hic benzemiyordu bu sehir. İcinde ne oldugunu bilemedigi bir acı duydu. Bir sehrin ruhunun öldügüne sahit oluyordu. Daha sonra yıllarını verdigi okula baktı, acı daha da arttı. Bahcesinde yasadıgı güzel gunleri dusundu. Aglayamadıgına hayret etti. Halk pazarına inen yolun agzında tanıdık bir yüz gordu. Sırtında hızarıyla duran ve kendisine gülümseyen yaslıca bir adam. Adam yaklastı ve A'nın kolundan usulca tuttu, haydi dedi gidiyoruz. Beyaz yaprakları bembeyaz karlara acılmıs bir defterin üstünde yatan A.nın etrafında aglayan insanlar vardı, -yolda yazı yazarken dustu kaldı. Basını kaldırıma vurdu galiba., dedi bir tanesi heyecanla. O'nun basında gozyası doken bir genc deftere uzandı. Acıp ilk sayfasındaki titrek cümleleri okudu. “ Ey insanlar kendimi yazıyorum size, beni suclamamanız benim de ruhumun oldugunu ispatlamak icin yazıyorum bunu size. Yazdıklarımı size nasıl okutacagım bilmiyorum. Ama beduha havale ettim, o size bunu ulastırır”... Biz ha isek siz de ha sınız, Biz hu isek siz de hu, Haydan gelen hu ya gider.